7 Mayıs 2019 Salı

Bir "kapalı diz ameliyatı" hikayesi




Geçen sene bu saatlerde üstümde sadece bir ameliyat önlüğü, ameliyathane koridorlarında ameliyat sıramın gelmesini bekliyordum. Sedyede düzgün oturamıyordum bile, çünkü sakat dizimi ne dümdüz uzatabiliyordum ne de kırarak rahat bir pozisyona sokabiliyordum. Mezbahada kesilmeyi bekleyen koyunlar gibi yattığım yerde yanımdan geçen çalışanların nerdeyse tamamının gözlerinin içine baktığımı hatırlıyorum göz teması kurabilmek için. Dönüp bakıp küçücük bir tebessüm eden bile ne kadar mutlu etmişti beni. Ameliyatı biten ve odalarına çıkarılan hastalar, temizlenen ameliyathaneler, ameliyathanelere girip çıkan çalışanlar, ameliyathane kapılarından "Postaaa" diye bağıran hemşireler (git gel işlerine bakanlara verilen bir isimdi yanlış anlamadıysam), kanlı yeşil örtüler, dezentektan kokusu, kafalarda çeşitli renk ve desenlerde kepler. Ameliyat olacak olmanın verdiği karın ağrısı ve bir yandan da merakı, ufacık bir iğneden bile tabiri caizse "it" gibi korkmak, anestezinin hangi şeklini alacağımı bilememenin karmaşası ve aneztezi alma konusundaki üstün hayal gücüm beni haftalarca delirtmişken ameliyat neredeyse bir buçuk saatte bitmişti.

İçeri alınmam, ne şekilde aneztezi almak istediğimi konuşmamız (hemen de ikna olmaya meyilliymişim), sırtıma saplanan iğne ve peşinden bacaklarıma yayılan bir sıcaklık ve beton dökülmüşlük hissi, aldığım sakinleştiricinin etkisiyle peşpeşe gelen üç aneztezi uzmanını da acayip sorularla darlamam ve sonuncusunun pes edip sorduğum soruların cevabını bilmediğini söylemesi, ameliyatı yapan ekipten duyduğum parça parça diyaloglar ("tereddüt etme devam et, bastır biraz daha" -yazar burda muhtemelen kemikte tünel açılırken asistana matkabı kendine güvenerek kullanmasını tembihlemektedır) ve sonra doktorlarla aramdaki perdeden uzanan Atatürk imzalı siyah kepiyle gülümseyince gözleri kısılan doktorumun "hadi bakalım hallettik, ama çok zorladı, futbolcu olsan kariyerin bitmiş bak," diyişi. Ameliyathaneye inerken hastabakıcı abinin sorduğu soruya boğazım düğümlendiği için dolu gözlerle bakarken, sedyede bacaklarım tutmaz halde ameliyathane koridorundan "ulan harbiden korktuğum gibi değilmiş, bu ne konfor" düşünceleriyle gülümseyerek çıkmam ve annemle kocamı şoka sokmam tahmini işte bu bir buçuk saatte oldu.

Aneztezinin ektisi geçince bir gecede içilen iki litre su, "hemşire lütfen gelsin ağrı kesici yapsın," diye ağlamam, kalçadan değil de üst bacağımın hemen yanından yapılan iğneye sesimin çıkmamasına şaşıran annem ve "gerçekten çok ağrın olmalı ki şu iğneye gıkın çıkmadı," demesi ise mevzunun pek hatırlanmak istenmeyen kısımları.

İğneden "it" gibi korkan bir insanın, "it"ler yüzünden geçirdiği bir ön çapraz bağ ve menüsküs (tek dikiş -bunu atlamayalım) onarımı ameliyatından (gerçi bir açık kalp ameliyatı değil ama işte) kesitler okudunuz. Mevzunun "it"ler yüzünden meydana geldiği kısmı bir başka blog yazısı konusu olmalı bence, o bir vicdanı mesele zira. Ben bir ameliyatın beni bir yılda nasıl etkilediğinden bahsetmek istiyorum.

Tamamen kendi sarsaklığım yüzünden yaşadığım sakatlığın ikinci bir kez yine kendi sarsaklığımla perçinlenmesiyle kendimi ameliyat masasında bulalı bugün, tam da şu sıralar bir yıl oluyor. Bir hafta yıllık izin alarak 16 Mart'ta çıktığım iş yerimden 6 Ağustos'ta yeniden gidebildim. Sanılanın aksine ameliyat sonrası gerçekten büyük meşakatler gerektiren bir ameliyat geçirdiğimi ben yaşayınca öğrendim. Ameliyata kadar işe yaklaşık 50 gün gidememek, sonrasında tam üç ay raporlu olmak, ilk 50 gün bıçak altına yatmadan bir tedavi bulmaya çalışmak, bulamayınca ameliyat için doktor arayışına girmek, ameliyattan sonra ise kan sulandırıcı iğneler ve fizik tedavi süreçleri artık hatırlamak istemediğim zamanlar oldu benim için. Ben bir de ameliyattan bir hafta sonra 39 derece ateşle tonsilit olmayı ve üstüne üstlük aşırı tertürdiyot aşkımdan ötürü ameliyatlı dizimde tentürdiyot alerjisi geçirmeyi başardım. Ha burada eklemeden geçemem, sakatlandıktan sonra evde otururken ve ameliyattan sonra kilo almanın aksine kilo vermeyi başarmış bir insanım. Ayaklandıktan sonra bu başarıyı sürdürebildim mi peki? Öhömm..

Bu süreç sana ne kattı peki, sadede gel diyenler çıkabilir muhakkak, hemen o noktaya da gelelim. Tembelliğimden, erteleme huyumdan ve benzeri tüm kötü huylarımdan arındım diyebilseydim keşke. Onlar hala bende sağolsunlar! Ama bu evde geçirdiğim dönem hayatımı gözden geçirmeme sebep oldu. Bu işi neden yapıyorum, niye 24 saatimin yarısını bu işe harcıyorum, mutlu muyum gibi sorularla kendimi kemirdim. Kendimce çeşitli çıkarımlar yaptım, ölçtüm, biçtim, etrafıma danıştım ve otuz yaşımda yaşadığım yaklaşık beş aylık süreç hayatımın gerikalanında nasıl bir rota çizmem gerektiğini gösterdi bana. Henüz tam olarak neresinden nasıl başlamam gerektiğini bilemesem de yavaş yavaş o yola girdiğimi hissediyorum.

Vicdanı boyutunu tartışmadan işin "it" boyutuna gelirsek, köpekle başına bir şey geldikten sonra bir daha onlara yanaşamayanların aksine ben köpeklere karşı bir parça takıntılı hale gelmeye başladım. Ayaklandığım zaman mahallenin köpeklerine zaman zaman mama ve su koydum, hatta bu uğurda bir gün bidondan onlara suluk yaparken iki parmağımı yarıp bir parmağımın ucunu da kıtlattım!

Başıma gelenlerden kendimi izole etme değil, daha bilinçli olma dersini çıkardım. Yaşadıklarım elbette çoğu insanın tıbbi açıdan başına gelenlerden çok daha basit ve hafif ama bunun bile bir insanın hayatında neleri değiştirdiğini göstermek istedim. En azından artık daha az panik olarak hastaneye yatabileceğimi biliyorum (Allah korusun ayhh tık tık), çevremdeki hayvanlara temkinli yaklaşmam ve sakin kalmam, korkunca salak saçma şeyler yapmamam gerektiğini, hasta/ameliyatlı yakınlarıma mümkün olduğunca daha çok ulaşmam gerektiğini öğrendim. Ha bir de kan sulandırıcı iğnenin iğnesinin değil ilacının çok pis yaktığını da!

Artık çook ufak da olsa fiziksel kabiliyetlerim kısıtlı olabilir, futbol kariyerim hiç başlamadan bitmiş de olabilir ama bunlar olmadan yoluma devam edemezdim sanırım. Benim yaklaşık bir yıllık süren sınavımın yıl dönümü bugün, başka sınavlarda görüşmek üzere!