12 Nisan 2015 Pazar

Bir gün bir çocuk varmış, iyi ki varmış!

Hey Sen,

Bir sohbet ortasında tanımadığın birinden bahsedilirken işin içine biraz detay girince o kişiyi hayal eder misin? Ben çoğu zaman ederim, genellikle de kafamda canlanan profilden farklı birisi çıkar karşıma, "Yine tutturamadım bee!" derim bir de, hayal gücüm fazla canlı sanırım :)

Nedendir bilinmez senden bahsedilince hiç kafamdan bir insan profili geçmedi. Sarışın mı, uzun mu, şişman mı diye düşünmedim. Sanırım konuşmalarda sadece ismin geçtiği içindi, seni kafamda hayal edecek hiçbir ipucu vermemişti arkadaşlarımız :) Belki de o sebeptendir ki seni ilk gördüğümde sadece isminden dolayı tepki verdim sana, gülüştük ve orada bitti. Kafamda canlandırdığım biri olsan sapık gibi seni incelememden rahatsız bile olabilirdin :)

Seni o kadar tanımıyormuşum ki yazdığın yorumu beğenirken kimin yorumunu beğendiğimi fark etmemişim bile. O gün bana "Kimin yorumunu beğendiğine bakmıyor musun sen?" diye sorduğunda bir an durup düşünmüştüm, gerçekten de haklıydın. Hala bile aklıma geldikçe şaşırıyorum. Ben ki aklıma gelen her ismi araştırırken, yorumunu gördüğüm kişilerin profillerine bakarken senin yorumunu hiç sorgulamadan, "Kim bu yahu," demeden beğenmişim. Zaten her şey de bu şapşallığımdan sonra başlamadı mı?

Önce bir kebapçıda koca bir güruh halinde otururken boş tabakların, çay bardaklarının, peçetelerin arasından sırıtan fotoğraf makineni sevdim. "Anaaa bu kimin makinesiii?" diye hem atlamak istedim, hem de "Ya sahibi benim gibi makinesine herkesin saldırmasından hoşlanmıyorsa?" diye bir bakındım etrafıma. Meğer sahibi hemen yanımda oturuyormuş (Bak hala o kadar tanımıyorum seni :)) Sonra gösterdiğin fotoğrafları sevdim. Astımın olmasına rağmen o gaz bulutunun içinde koşturabilmeni sevdim. Önce gazdan, sonra limondan yanan gözlerine, içine oksijen çekebilmek için debelenen ciğerlerine üzüldüm sonra, "Keşke kendini zorlamasaymış," dedim. Sanırım bir de o zamandan sonra bir daha o kadar uzun göremediğim sakallarını sevdim.

Neredeyse hiçbir fikrinin olmadığı, hayatını üstüne planlamadığın bir şehri sevebilmek için çırpınışlarını sevdim. Farkında olmadan Ankara'da yapılabilecekleri bir çırpıda sayınca kendime güldüm bir de :) Gerçi bir dönüp baksak o saydıklarımın neredeyse hiçbirini yapmadık hala, değil mi? Bir zaman geçtikten sonra da önce caddeleri sokakları ismiyle söylediğimdeki çıkışlarını, sonra da o cadde ve sokakları sanki kırk yıldır biliyormuşçasına isimleriyle cümle içinde kullanabilmeni sevdim. Demek ki insan ummadığı bir şekilde alışabiliyor her şeye.

Evimde kedim olduğunu söylediğimde önce sanki hiç sevmezmişsin gibi "Iyy kedi mi?" deyişini, birkaç cümle sonra ise tam tersini gösterip kedilere bayıldığını söylemeni sevdim. Bir de daha hayatıma henüz girmemişken kedimin doğum günü için aldığın hediye var ki, onu gördüğüm anki duygularımı bir ben biliyorum.

Daha birbirimiz hakkında ne düşündüğümüzden emin bile değilken yan yana oturup polisli dedektifli dizi izlemeyi, elimizdeki meyve kurularını yerken ben birini sevmeyince bendekini eline tutuşturup senin elindekini kapmayı sevdim. Aslında ben de o gün dedim ki kendi kendime, "Bu adam benim sevgilim değilken bu kadar samimi hissedebiliyorsam, bir şey var demektir."

Beni dolabının önüne oturtup çekmecendeki ıvır zıvırlardan bir antika koleksiyoncusu edasıyla teker teker bahsetmeni sevdim. Ama bir de o yoyolar var ki, onları 5 yaşındaki oyuncak uzmanı çocuklar gibi gururla gösterip, hepsini tek tek anlatmanı ve bundan çok mutlu olduğunu gözlerinde görmeyi sevdim. İlk defa birinden yoyoyla nasıl oynandığını öğrendim, daha da önemlisi yoyoyu hayatımdan çıkaramayacağım bir obje haline getirdin.

Sevgini ulu orta, hatta bazen gizli kapaklı bile olsa belli edememeni sevdim. "Bugün çok güzel olmuşsun, hadi bu da yeter artık sana," demenin bile nasıl kocaman bir sevgi sözcüğü olduğunu anladım zaman içinde.

Yan yana otururken beni kendine çekip sarılırken beni yamuk yumuk hallere sokmanı sevdim. Biri yandan çekip sarılınca düzgün oturamıyorsun haliyle :)

Saçlarındaki beyazları sevdim. bir buçuk yılda artmış olması "Bu çocuğun saçlarını ben mi beyazlatıyorum ki?" diye sorgulamama sebep olsa da seviyorum işte.

30 saniyede bir "Elini çeeeek!" diye böğürmeme sebep olsa da zırt pırt kaşını, bıyığını yolmaya çalışmanı sevdim. Bunun sevilecek bir yanı da yok halbuki ama sen yapıyorsun sonuçta.

Ben araba kullanırken dışarıdan bakıldığında aşırı sakin görünmeni sevdim. Tamam kendini içten içe kemirdin, sonra da patladın ama bir aceminin yanında panik atak birinin oturması da faydalı bir şey değil yani:)

Yanaklarındaki o iki koca gamzeyi sevdim. Hatta bir de kıskandım, bende niye yok diye :)

Birlikteyken, birilerinin yanındayken ya da beni tanıştırırken bana "Hatun" demeni sevdim. Alışkın olduğum bir hitap tarzı değil, belki bazen biraz ağır kaçıyor ama mıçmıç sevgi sözcüklerinden iyi bence. Tek sevmediğim yönü bu hitaba karşılık bulamamam. "Bey" falan demek lazım, o da gitmiyor ortalık yerde :) Bir de "Hatun" benim ismimmiş gibi kalabiliyor peşinden ismimi söylemeyince, o da komedi :)

Dışarıda bir şeyler yaparken "Bu sefer ben ödüyorum," dediğimde karşı çıkmamanı sevdim. Bu bazı kızlar için tuhaf ama benim için önemli.

Kargacık burgacık yazını sevdim. O güzel ellerin daha güzel yazması gerekirdi bence ama en azından karakteristik bir yazı çıkıyor ortaya, ayırt etmesi kolay :)

Birlikte geçiremediğimiz hafta sonlarında her dışarı çıkışında "Hatun ben evden çıktım şimdi nereye gitsem?" ya da "Hatun ben acıktım ya ne yesem?" diye beş dakikada bir aramanı sevdim. Ben diyim hazıra konmak, sen de de kararsız kalmak ama sonuçta hep iletişim halinde kalmayı tercih ediyorsun ve genelde ben ne önerirsem oraya gidip önerdiğim şeyi yiyorsun :)

Kararsız kalmalarını sevdim. Hatta iki kararsız yan yana bakışıp ortak bir karara varamamızı daha çok sevdim. Her seferinde kalakalıyoruz ama bir sonuca varıyoruz nasılsa.

Koluna taktığın şans bilekliklerini, bitince yenisini bulmak için debelenmelerini sevdim. Hatta bir de o bilekliklere gidip nazar boncuğu bulmaların var ki görmeye değer :)

Bir sebepten sana kızıp surat yaptığımda sakin kalabilmeni, ben geri adım attığımda ya da niye kızdığımı açıkladığımda tepkilerime/açıklamalarıma hep olumlu bir yorum yapmanı sevdim. Ne zaman "Ben de kızdım ama olsun, bunu açık bir şekilde söylemeni beğendim," desen, "Ulan ben bu çocuğa kızmıştım ama şimdi yine yelkenleri koyvercem yaaa," diye kendi kendime söylenirken buluyorum kendimi.

Elinden her işin gelebilmesini sevdim. Bir de "Sen yaparsın ki bunu," dendiğinde gazı alıp uçman var ki :) Mutfakta da, el işinde de, tamiratta da bir fikrin olması güzel şey.

Sonuç olarak seviyorum arkadaş. İyisini de, kötüsünü de, komiğini de her türlü seviyorum. Neden seviyorum diye sorgulamıyorum, iyi ki de seviyorum diyorum. Tesadüfleri de seviyorum hatta. Etrafımda onca insan varken sen tut, Ankara'ya gel, gelir gelmez de benim hayatıma gir (ya da ben senin hayatına da girmiş olabilir tabii bilemiyorum :)) Sonra gel de tesadüf güzel şey deme.

Bunları "Bayram değil seyran değil," hesabı aklımdan geçtiğinde yazmıştım ama paylaşması bugüne kısmetmiş. Bugün bir buçuk yılı devirdik birlikte, şaka maka zaman hızlı geçiyor, değil mi?

İyi ki varsın, iyi ki hayatıma girmişsin. Her şeyde bir hayır vardır derim ben hep, sen de bir şekilde geldin, tuttun elimden. Birinin yaralarına ilaç olmak, hayata yan yana, el ele, gönül gönüle devam edebilmek böyle bir şey olsa gerek, ne mutlu bize <3


30 Mart 2015 Pazartesi

İyi ki doğmuş muyum ki?

*Bu bir standart doğum günü yazısı değildir*

Bazen ağır depresyonlar geliyor, "Ulan niye doğmuşum be!" diyorum. Kabuğuma çekiliyorum, sevdiklerime hoyrat davranıyorum. Ama öyle anlar var ki, insan şu dünyada yaşadığına, özellikle de güzel insanlarla yaşadığına mutlu oluyor. Sonuncusunu yakın zamanda yaşadım.

İki hafta önce İzmir'deydim. Bu yazıyı okuyan ve benim İzmir'e gittiğimden haberi olmayan İzmirli arkadaşlarımdan tribin alasını yiyeceğini hissediyorum :( Ama bu benim de içine sonradan dahil olduğum bir buluşmacaydı, çok kısaydı, bıdıbıdı. İzmir'e ilk gittiğimde bekar evlerinde beni ağırlayan can dostlarımın bu sefer evli olması ve bir nevi ev görmeye gitmiş olmamız çok anlamlıydı. Ama asıl önemli noktamız başkaydı :)

Cumartesi akşamı güzel bir sofra kurduk kendimize, neredeyse 20 yıllık arkadaşlık bunu gerektirirdi tabii ki. Bir de baktım ki biz bir zamanlar lise koridorlarında koştururken artık bir yeni evli çiftin sofrasında oturmuş rakı-balık yapıyoruz, düğün videoları izliyoruz, gelinlik muhabbetleri yapıyoruz. Şöyle bir bakıyorum, söz konusu arkadaşlarımın ikisi 19, diğeri de 14 yıllık arkadaşım. Ben bu insanlarla iyisiyle kötüsüyle kendi hayatımın yarısından fazlasını paylaşmışım. Pek çok noktada beni, ailemi çoğu insandan daha iyi biliyorlar. Bu insanlarla daha uzun yıllar birlikte olacağım, yıllar geçtikçe anacağımız daha çok anımız olacak ve her geçen yıl yeni konularda konuşacağız.

Sonra da daha doğum günüme on gün varken pat diye bir pasta çıktı gecenin köründe. Hey gidi günler dedim, kimi yıl olur doğum günümü unuturlar ve ben onlara iki ay surat yaparım, korkularından arayamazlar, kimi yıl olur herkesten önce onların güzel temennilerini alırım. Ama arkadaşlık da böyle değil mi zaten? Her yıl günü gününe doğum günü kutlasak bir anlamı olmazdı herhalde :)

Herkesin hayatında böyle güzel arkadaşlıklar, sırtını yaslarken tereddüt etmeyeceği, pijamalı otururken çekinmeyeceği, zırvalamalarına bile güleceği insanlar olsun. Ve ben sırf bu insanları da tanıyabilmiş olduğum için iyi ki doğmuşum :)


Ben bir tembelim, tembelim, tembe...zZzZzZzz

Evet ben aşşırı tembelim, uyuşuğum, uykucuyum, oyalanma delisiyim, erteliyiciyim, vs. vs. Çünkü neredeyse bir buçuk yıl geçmiş ve blog sahipsiz kalmışşşş! Açıp herkesin bloglarını okuyorum, fikir ediniyorum, imreniyorum, "e artık sen de yaz diyorum," fikirlerimi bana hatırlatsın diye taslaklara kaydettiğim blog başlıklarıma bakıyorum, ama yok efendim o yazılar yazılmıyorrr! Evde bir defterim var sevdiğim bir arkadaşımın aldığı, bir zaman ona ne güzel yazmışım dertlerimi, beklentilerimi, yeni yılda yapmam gerekenleri. Hatta bir de liste çıkarmışım, neredeyse 20 madde var yeni yılda yapmam gereken (Bu yeni yıl da yanlış hatırlamıyorsam 2013 oluyor, o derece!). Ne listedeki yapılacaklar tamamlanmış, ne de o deftere bir daha el sürülmüş. Mütemadiyen bu haldeyim a dostlar:


Bazen yatağa girdiğimde, yolda, sokakta aklıma cümleler, fikirler geliyor. "Vay be sen de yazarlar gibisin ha, olmadık zamanlarda ne düşünceler geçiyor kafandan," diyorum. Ama yine hayatımın baş kahramanı uyuşukluk ya "Hadi uyu şimdi sabah hatırlarsın," diyerek ben uyutuyor ya da yolda sokakta "Hadi gideceğin yere geç kaldın," diye itekliyor.

Bunun bir çaresi varsa bana bir el atın dostlar, arkadaşlar. Bir insan tembellikten nasıl kurtulur? Elektrik yesem, başıma saksı düşse, araba çarpsa falan işe yarar mı sizce? Hayır o şoktan Türkçe'yi unutup Svahilice falan konuşurum diye de korkmuyor değilim, o ayrı :)