6 Kasım 2020 Cuma

Bir yağmurluk, KOVİD-19 ve geçen 4 yıl


Dört beş yıldır giydiğim bir yağmurluğum var, bu yılın başında fermuarı bozuldu. Aylardır anneme tamir etsin diye verecektim ama bir türlü veremedim, bir kenarda kaldı. Terziye verip yeni bir fermuar diktirmeyi de hiç istemiyordum, orijinalliği bozulacak diye. Geçenlerde anneme bahsedince fermuar başını penseyle hafif sıkıştırırsam düzelebileceğini söyledi. Elime penseyi alıp fermuarı düzeltmeye çalışırken fark ettim ki biz o yağmurluğu annem ve babamla birlikte almıştık. Belki de bunca zaman üçümüzün birlikte benim için yaptığı tek alışverişti. Fermuarı düzeltince sanki maç kazanmışım gibi bir sevinç geldi bana.

Sonra oturup düşündüm, şu dört yıl boyunca en çok bu yıl ihtiyacım vardı babama. Annemin eli bir omzumdayken diğer omzumda da babamın elinin olmasına her şeyden çok ihtiyaç duymuştum. Mevcut koşullarda bir kere Ereğli'ye gidebilmiştik bu yıl, onda da mezarının başında bana akıl vermesini, işaretler vermesini istemiştim. 

Bir yandan da düşündüm, her yer hastalık kaynarken, tansiyonu, kalbi, KOAH'ı olan birini yanımda istemek bencillik miydi? Elbette hayatta olmasını çok isterdik ama onca hastalığı varken acaba bu dönemde uslu durup evde kalır mıydı (çünkü isyankar bir ergendi), hastalanır mıydı ("Bana bi'şey olmaaaz" diyebilirdi), yüreğimiz ağzımızda risk grubunda olduğunu tekrar tekrar anlatmak için tartışır mıydık yoksa annemle birlikte evde sakin sakin takılır, kitap okur, oyalanır mıydı? Her türlü ihtimali canlandırdım gözümde ama keşke canlı canlı tecrübe etseydik, gerekirse dalaşsaydık dövüşseydik evde kalması için be dedim. 

Sonra dedem geldi aklıma, onu da tam 17 Ağustos depreminden birkaç ay önce kaybetmiştik. Ölümün zamanı yok ama iyi ki bu depremi yaşamadı demiştik, o deprem bizi bile mahvetmişti çünkü. Bunu düşününce de iyi ki babam bu süreçle başa çıkmak zorunda kalmadı diyorum. Ya hastalansaydı, ya yoğun bakımda hiç göremeseydik, ya defnederken bile yanında olamasaydık düşünceleri kemiriyor aklımı. Demek ki böyle olmalıydı, onu kaybettikten sonra da görebilmemiz, toprağa verirken yanında olmamız, günlerce mezarlıkta yanında yatmamız gerekiyordu.

Bilemiyorum Altan, bencillik mi, acıdan kahrolmak mı bu? Bir fermuardan nerelere geldim ve geri dönemiyorum. Dört yıldır içinden çıkamadığımız bir kabus gibi, uyanamıyoruz ve sürekli çırpınıyoruz gibi ya da uyanıyoruz ama yanlış evde uyanıyoruz gibi...