23 Eylül 2010 Perşembe

Bir gardiyanım olacaksa, o da sen ol ...

"Aslında dün yapmalıydım bunu," diyorum şimdi içimden, ama bunu duysan "sürprizin vakti olmaz, gece yapmışsın ne fark eder," dersin herhalde, değil mi?

Gece geç yattım, sabah erkenden dersim olmayınca alarm kurmadım oda arkadaşım boşu boşuna uyanmasın diye. Yatmadan önce mesaj atmak gelmedi değil içimden, şöyle afilli, edebiyat parçalayıp seni ne kadar sevdiğimi anlatan. "Yok uyuyordur şimdi, telefon bipler, uyanır, sabah yaparım," dedim. Gözümü açıp da oh sabah olmuş bakalım saat kaç olmuş diye telefona baktığımda önce kendime bir küfrettim, manda gibi deliksiz uyuyarak saati 12 etmiştim. Kalktım, şöyle bir dolandım odada, bilgisayarı açtım, 7.dersim yüklenmiş mi diye baktım, yüklendiğini görünce sanki dönem sonunda madalya alacakmışım gibi sevindim, sonra birden acaba Chuck'ın 4.sezonu başlamış mıdır diye dizi izlediğim siteye girdim. Hay girmez olaydım, nalet olasıca dizi başlamış ve ilk bölümü yüklenmiş. Aklımdan çıktığını söyleyemem ama bir an onun heyecanına kapıldım, ve şu an bunu düşününce kendimden utanıyorum önce seni aramadığım için. En azından mesaj çekmeye teşebbüs etsem, bugün mesaj paketimin süresinin dolduğunu fark ederdim.

Neyse, bir şekilde dizinin bir parçasını izleyip bir şeyler yiyip derse gittim, 4 saat boyunca bir mühendis kadar olmasa da kafa patlattım kendi çapımda. En son da Şahika ile ders notunu alsak mı almasak mı silsilesini yaşamadan evvel Çağatay'dan gelen mesaja cevap vermeye debelenirken fark ettim mesaj atamıyor olduğumu ve sana saat 5 buçuk olmasına rağmen hala ulaşmadığımı. Hele bir de Çağatay öğlen aradığını söyleyince iyice morardım, ben -ki böyle zamanlarda hiç vakit kaybetmem- bu sefer geç kalmıştım.

Bir dizi diyaloğun sonunda akşam yemeği için Şahika'nın yanına uğramam gerekti, ki bu sefer cidden oyalanmadan yemek yedik ve kalktım. Plan akşam Çağatay'la buluşmak ve seninle Skype'ta konuşmak, biz burada kameradan şaklabanlıklar yaparken seni güldürmekti. Odaya geldim, Çağatay'dan gelen mesajla hazırlandım yanına gitmek için. Hatta 10 dakika içinde gelirim dememe rağmen hiçbir hazırlığımızın olmadığını hatırlayarak sana bir de resim yaptım, gerçeğini yapana kadar kameradan idare edelim diye. Tam çıkacakken Çağatay senin internete bağlanmakta sorun yaşadığını söyledi ve planımız suya düştü ve sen de sitem dolu olduğunu tahmin edebildiğim bir mesaj attın, "Napıyorsun?". Öyle kötü hissettim ki kendimi anlatamam, kendimi vefasız, hayırsız gibi hissettim -ki öyle değilim bunu sen de biliyorsun. Sonunda her gün yaptığımız rutin konuşmalarımızdan birini yaptık ve ben mazeretlerimi sana anlatıp söylemem gereken şeyi söyledim. Ama senin söylediğin şey öyle içimi burktu ki, yaptığım eşekliği gördüm, "Bugün hiç sesin çıkamayınca 'herhalde çok bunalttım ben bu kızı, doğum günümde aramak istemedi,' dedim kendi kendime". Ama bunaltsan bile neden doğum gününü kutlamayayım ki ben?

Her zaman iyiliğimi istediğini biliyorum, benim için yeri gelince uykularının kaçtığını, sırf ben rahatlayayım diye beni okumaktan alim olma seviyesine ulaştığını. Dün Hamit hoca derste "Oğlum 40 yaşına geldi neredeyse ama hala üstüne düşüyoruz, bizim gözümüzde hala çocuk," dediğinde dank etti bir kere daha sizin gözünüzde hala büyüyemediğimiz. Yapmam gereken şeyleri sürekli ertelediğimde, sonra da kendime kızdığımda ne hale geldiğimi bildiğin için beni sürekli uyardığını(zı) biliyorum aslında, sana "Gardiyan oldun sen de ama," dediğimde ileride üzülmemi ve önümdeki işi yapabilecekken hezimete uğramamı istemediğini de biliyorum. Bazen hiç seni anlamıyormuşum gibi gelebilir sana, sorunlu ergen tavırlarına girebilirim, ama emin ol ki sizin, özellikle de senin, bu zamana kadar ki çabalarınızın beni buraya getirdiğinin bilincindeyim. Ne zaman üniversiteye yeni başlamış ya da tercih dönemine gelip de bana akıl danışan biri olsa, başarımın sırrının siz olduğunu söylüyorum. İşin özü, aslında her şeyin farkındayım.

Bu yüzden, ne zaman bir konuda sıkıntıya düşsem akıl danışacağım ilk kişi, ön sezilerine en çok güvendiğim, mutsuz olduğumda beni en çok inandığı şeylerle motive edecek, dip kınam geldiğinde saçıma kına yakacak kişi sen ol :)
Eğer bir gardiyanım olacaksa, o da sen ol, ben ne dersem diyeyim, ne tepki verirsem vereyim o gardiyanın bana karışıp beni takip etmesi mutlu ediyor esasen.

İyi ki doğdun, iyi ki babamı bulup evlendin ve annem oldun, iyi ki zamanında benim tabirimle "dır dır" ettin de sabırla ve inatla bizi bu günlere getirdin, hakkının ödenemeyeceğini zaman geçtikçe çok daha iyi anlıyorum.

Ve seni çok seviyorum.


Bugün sana çizdiğim şey buydu, getiririm zaten ama şimdiden gör istedim. Bunu çizerken aklıma lise yıllarında yapmaya çalıştığımız sürprizler geldi, o zaman daha çılgınmışız, şimdi eşşek kadar adam olduk bir sürpriz hazırlayamadık üç gündür :)

Erasmus bana yaramadı sanırım, böyle önemli gün ve haftalarda edebi yanım coşar oldu, neyse hiç yoktan iyidir değil mi? Sonraki edebi coşmamı babamın doğum gününe saklıyorum :)

Çağatay'ın bu sayfayı sürekli takip ettiğini düşünerek (öyle olduğunu iddia ediyordu) bu yazıdan sana söz etmeyeceğim, o görünce hemen sana yetiştirir zaten :D Bakalım kaç gün sürecek :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder