Bugün Başkonsolosluk’taki dördüncü yılımın ilk günüydü. İlk yıllarda sevimsiz bir rabat-joie* olarak geçirdiğim günlerim yerini alışkanlıklara bıraktı sanırım. Marsilya’nın sürekli farklı bir şeyinden şikayet ederken, bir noktadan sonra galiba bütün saçmalıklarına alışmaya başladım. Kendine özgü bir hayat tarzı, hiç durmayan şehir hayatı, Türkiye’yi kesinlikle aratmayan keşmekeş trafiği, kendine has aksanı ve Marsilyaca sözlüğü çıkaracak kadar zengin bir argo/deyim/kelime dağarcığı olan, plaka kodu olan 13’le bana 13’ü sevdiren bu itlik puştluk serserilik şehrine karşı olan aşk ve nefret karışımı hissiyatlarımla şu an kesseniz kanım mavi-beyaz** akabilir (yersen!).
Şehre alışma kısmını geçersek, günlerim her gün istisnasız Türkiye’deki cinayetlere, depremlere ve alınan saçma kararlara üzülmek ve sinirlenmekle, kâh Marsilya ve Fransa’da yapılan grevleri ve gösterileri anlamaya çalışmakla, kâh iş stresiyle boğuşarak cinnet geçirmekle geçti. Fakat her ne olursa olsun burada yaşamanın bana verdiği keyif zamanla arttı. Fırsat buldukça gezdim, misafir ağırladım, kafamın kaldırdığı ölçüde atölyelere, buluşmalara katıldım. Hala iyi değil dediğim Fransızcamın aslında ilerlediğini tekrarlı gittiğim etkinliklerle anladım.
Bazen ofiste o kadar çok konuştum ki, kişisel terapilerim için bu zamana kadar Başkonsolosumuzun sekreteri arkadaşımın odasına bir kırmızı koltuk almadığım için pişmanım. Neyse ki geçen sene kendisine yılın en iyi Başkonsolos sekreteri Oscarı’ını takdim ederek bu durumu biraz da olsa telafi etmiş sayılırım bence. Keza diğer arkadaşlara da geçen yıl sonu pehlivanlıklarından ötürü altın kemer ve madalya takdimi yaptıktan sonra bu seneki planım yine yıl sonunda Altın Huni ödül töreni yapmak olacak (şakasız). Çünkü bu iş biraz delilik olmadan kesinlikle yapılamıyor. Şaklabanlığın yanı sıra ofisin Çaycı Hüseyin’i olarak her sabah herkesi keyifle kahvelemek de sabah sporu oldu. Bu vesileyle kaç yıllık hatır biriktirdiğimi inanın ben de bilmiyorum.
Sanmayın ki keyif alıyorum diye bu üç yıl benim için güllük gülistanlık geçti. Bu kardeşiniz stres, strese bağlı duygusal yeme, sürekli uyuma ve dolayısıyla aşırı hareketsizlik sebebiyle yüksek kolestrollerle gezerken bir de tansiyon ilacı almaya başladı. Zaten ameliyat sonrası tam düzelmeyen sağ dizimin yanı sıra sol dizimin de cortlamasıyla bana bu sefer iki bacaktan da ameliyat işi çıktığını saymıyorum bile.
Sonra dönüp bakıyorum, yetişkinlik böyle bir şey diyorum kendi kendime. Kimse pembe gözlüklerle, kristal fanuslarda, şatolarında mükemmel hayatlar yaşamıyor, senin hayatla sınamaman da böyle diyorum. İş olsun, sağlık olsun, bunlarla ilgili savaşımız hayatta her zaman devam edebilir, yeter ki sağlam duralım. Bu zaman zarfında gelen bir düzine cenaze haberi hep hayatın kısalığını ve gurbette olmanın zorluğunu vurdu yüzüme. Yeri geldi şehir şehir misafir gezdirirken yoğun bakımdan cenaze haberi gelir diye arabada Türkiye’ye gitmek için hazır bekleyen çantayla da gezdim, yeri geldi uzaktayken aldığım vefat haberleriyle gecelerce uykusuz da kaldım.
Arabanın bir parçası evin önünde durduk yere çalındı diye sigortayla da uğraştık, mutfak gideri tıkanınca tesisatçı arayıp bütün apartmanı kat kat gezerek “Ay lütfen mutfak musluğunu birkaç saat kullanmayın sivuple” de dedik, kaza da yaptık, bir trafik kazası sonrası bir hafta komada kalıp sonra hafıza kaybıyla rehabilitasyon merkezinde yatan Fransız bir arkadaşımızı aylarca haftada bilmem kaç kez ziyaret edip her konuşmayı tekrar ve tekrar baştan da yaptık, Olimpiyatların ucundan köşesinden de geçtik, arabayla/trenle/uçakla pek çok seyahat yaptık. Oturup böyle çetele çıkarınca bakıyorum da tüm söylenmelerimin, mutsuzluklarımın arasında aslında fena da zaman geçirmemişim.
Her ne kadar tüm kalbimle sevemesem de artık bence burası Ereğli ve Ankara’dan sonra üçüncü evim (üzgünüm Budapeşte :O ). Fırsatım olsa aslında başka yerlerde yaşamayı tercih ederim ama yine de buranın dönüp dolaşıp hep geri döneceğim yerlerden biri olduğuna artık eminim.
Sonuçta, C’est Marseille bébé***!
İmza: Bir Marseille bébé <3
*rabat-joie (Fransızca, sıfat): keyif kaçıran, tatsız kimse
**Açık mavi ve beyaz: Marsilya bayrağının ve Olimpik Marsilya futbol takımının renkleri
***”Bande organisée” adlı şarkıdan bir alıntı, yani “Bura Marsilya dopraaam” :)

💕💕💕
YanıtlaSil💕💕💕
YanıtlaSil