Bu mektubu yazmak o kadar zor ki...
Löp'üm, Löpüdük'üm,
Seni bulduğumuz zamanlar aklımda biraz bulanık. Sanırım 30 Ağustos sabahıydı, apartmanın bahçesine bakan evimizden yan apartmanın bahçesinde bekleyen bir kadın gördük yanında ufak bir sepetle. Mahallenin çocukları doğum yapan bir kedinin yavrularıyla oynamış, anne de yavrulara bakmak istemiyormuş, bebekleri, yani sizi, sepete koymuşlar ve ne yapacaklarını bilmiyorlarmış. Anneme "n'olur biz alıp bakalım" bakışları attığımı hatırlıyorum. Ondan sonrası "roller coaster". Elimizde biri siyah beyaz sen, diğeri sarı beyaz kardeşin on günlük iki kedi, iki saatte bir beslemeler, tuvalet yaptırmalar, evde Feriş'in memnuniyetsiz tavırları. Geceleri kutunuzu yatağıma alıp yatardım, bazen uykumdan sizi yatakta dönerken ezmişim gibi panikle uyanır, yorgandaki desenleri önce siz sanıp sonra yorgan deseni olduğunu farkedip geri yatardım. Öğle arasında iki gidiş iki dönüş toplam dört otobüse binip besleme yapıp dönerdim, tabi sen bunları hatırlamıyorsun.
Birkaç gün size baktıktan sonra 1-2 günlüğüne şehir dışına çıkmam gerekti ve ben yokken ikiyken üç oldunuz. Annenizin reddettiği bir kardeşiniz daha bulununca bizimkilerin yanına almışlar. Döndüğümde evde üç belaydınız: Rafadan, Lop ve Cıvık.
Tam da o sıralarda bahçede sizi arayan, annesi kedilerden çok korktuğu için bahçede beslemek isteyen bir komşu kızımızla tanıştık: Zeynep Ablan. Şimdi annesinin korkusunu yenmesiyle evinde çok tatlı bir kedisi olan ve veterinerlik okuyan güzel bir genç kız olan Zeynep, o dönem bizimle size bakmaya başladı. Hatta sizi bulduktan bir iki hafta sonra Ramazan Bayramı'ydı ve ben sizi bırakmamak için Ereğli'ye gitmeyip Ankara'da kalmaya karar vermişken, Zeynep bunun babamla geçireceğim son bayrama vesile olacağını bilmeden size bayramda bakmayı teklif etti. Sizinle geçirdiği bir haftada yememiş, gezmemiş, annesinin evde sizin fare gibi gezindiğini gördükçe hoplayıp zıplamalarına aldırış etmeden öyle güzel büyütmüş ki, döndüğümüzde şok olmuştum.
Başlangıcı böyle aksiyonlu olsa da sonra zaman hızlı aktı tabii. Rafadan ve Cıvık'ı bakanlıktan iki farklı kişiye sahiplendirdim. Seni de o dönem okuduğum Hungaroloji bölümünden bir arkadaş istedi. Adını Macarca "Árpád" koydu, sana tokalaşmayı, top atınca geri getirmeyi öğretti. Bir süre sonra ara tatilde ailesinin yanına giderken biz sana onun evinde bakmak yerine İsmail'in arkadaşımız Şükrü'yle birlikte yaşadığı eve götürdük. Bekar evinin yıldızı olmuştun. Arkadaşımın tatilden dönmesi uzayınca, İsmail'le Şükrü seni geri vermek istemedi ve sen evin demirbaşı oldun. Evden mi kaçmadın, bavullara mı işemedin, her türlü serserilik sendeydi. Eve bir de ev arkadaşınız Sunal gelince takım tamamlanmıştı.

Zaman geçti, biz evlendik. Feriş evde bir kedi daha istemiyordu. Biz o aralar yine bahçede hasta Mükremin'i bulduk. Feriş annemde kalırken biz Mükremini tedavi etmek içi eve aldık. Sen de Şükrü ve Sunal'la çılgın bekar hayatına devam ettin. Sonra Şükrü'nün dünyanın diğer ucuna tayini çıktı, seni götürmesi imkansızdı. Bizim yanımıza geri döndün. O dönem aklımda biraz silik, tez yazmaya çalışırken size yetişmek imkansızdı. Mükreminle inişli çıkışlı bir ilişkin vardı. Yaklaşık bir-bir buçuk yıl sonra Şükrü Ankara'ya dönünce seni onun yanına yeni bir eve gönderdik. Sonrasında Şükrü evlendi ve yine evcil hayvan götürmesi sıkıntılı bir yere tayini çıktı. Mükremin'le sürekli dalaştığınız için seni güzel bir eve göndermek istedim ama sonrasında hem isteyen çıkmadı hem de el bebek gül bebek büyüttüğüm çocuğumu başkalarına verme fikri beni huzursuz etti ve sen bize geri döndün 2021'de. Mükremin'le daha iyi anlaşır bile olmuştun. Zaten sonrasında hoop kendimizi hep birlikte Fransa'da bulduk. Size Fransız pasaportu verdiklerinde ne kolay oldu demiştim, keşke biz de böyle pasaport alabilsek.

Seninle hayat hep aksiyonluydu, ya gardrop tepesindeydin, ya açılan panjur sesine koşup balkona çıkmak isterdin. Ankara'daki evimizde de hep buzdolabının tepesindeki leğende uyurdun da seni arardık sürekli. Akşamları canın istediğinde gelip kendini zorla sevdirirdin, elimde örgü mü var bilgisayar mı aldırış etmez kafanı elimin altına sokardın. Ne zaman yatağa gitsem muhakkak benimle gelirdin, kah yanı başımda, kah ayak ucumda ama hava ısınınca gardrobun tepesinde uyumayı, sabahları bana ordan mayışık mayışık bakmayı severdin. Gardrobun tepesinden bacaklarıma, kafama atlamışlığın bile var. Bir gün eve giren bir karton kutuyu öylesine benimsedin ki çalışma masasındaki yerin hep o kutunun içiydi. Gecenin köründe evde depar atmaların, hızını alamayıp Mükremin'le tepikleye tepikleye oynayışın, mutfağın tuvaletin kapılarına atlayıp açmaların, evin kapısını açınca koşarak kapının önüne çıkmaların, yangın merdivenlerinde şapşal şapşal gezmelerin ve her kapalı kapıyı bizim ev sanışın... Bazen bunları yaramazlık olarak düşünürdüm ama keşke hala bizimle olsaydın da bunların hepsini severek yapsaydım.
İki gün önce aniden fenalaştın. Önce testlerden diyabetin var sandık, sonra gece kötü olmaya devam edince başka bir kliniğe yatırdık. Ordaki ultrasonda bağırsağında bir tıkanıklık görüldü. Acilen ameliyat oldun ama neden bilmiyorum vücudun buna dayanamadı. Anesteziden yarı uyanmış bir şekilde biz seni severken kafanı bize çevirip gözlerini açışının ölüm öncesi veda olduğunu bilsem seni hiç bırakmazdım bebeğim.
Tek tesellim biz yanındayken, seni severken son nefesini vermendi. Senin gibi hareketli, yaramaz ve pamuk kalpli bir çocuğu o masada o heybetiyle nefes almazken bırakmak kalbimi kızgın yağlara sokup çıkarmak gibiydi. Seni 48 saat içinde aniden kaybetmek benim için tarifsiz bir acı. Yokluğuna nasıl alışacağımı bilmiyorum. Sürekli kulende uyuyormuşsun gibi, gardroptan atlayıp yanımıza gelecekmiş gibi, çalışma odasında seni kutunda uyurken bulup göbeğinden öpecekmişim gibi, Mükremin'e ödül maması verirken "dur bakayım o neymiş" diye gelecekmişsin gibi.
Bilemiyorum, o pembe burnun, o pespembe parmakların, o ipek tüylerin, pofidik göbüşün yokluğuna nasıl alışacağım. Mükremin için güçlü kalmam gerektiğini biliyorum, ki o da sersem gibi zaten ama kalbimin yarısı sökülüp alınmış gibi, sanki bu bir şakaymış, klinikten arayıp "gelin kedinizi alın" diyeceklermiş gibi.
Ben özellikle son 4 yılını gurbet elde baş başa geçirdiğimiz, üzüntüme, stresime, mutluluğuma ortak 9 yıllık yoldaşımı, elimde büyüyen, gözümden sakındığım bebeğimi kaybettim ve bununa nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum.
Seni çok çok çok seviyorum Löp ve bence sen de bunu biliyordun. Eminim ki cennet bahçelerinde sınırsız koşuyor, kendine şimdiden arkadaşlar bulmuş eğleniyorsun ve ben bir gün seninle o cennette kavuşmak için gün sayıyor olacağım.
Hoşçakal canımın yarısı.
Annen, ablan, sahibin, ev arkadaşın, kölen, yoldaşın,
Çise.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder